8 Mayıs , 2019admin
Resûl-i ekrem efendimizin vefâtı üzerine bütün Müslümanların kalpleri yandı, çok fazla üzüldüler. Peygamber efendimiz bizim bilmediğimiz bir yaşam ile, şimdi kabrinde hayattadır. Cesed-i şerîfi aslâ çürümez. Kabrinde bir melek olup, ümmetinin söyledikleri salevâtı kendisine iletir. Minberi ile kabr-i şerîfi arası Cennet bahçesi gibi değerlidir.
Kabr-i şerîfini ziyâret etmek, tâatların büyüğü ve ibâdetlerin en kıymetlisidir: “Beni ziyâret edene şefâatim vâcib olur.” buyurmuştur.
Hazret-i Fâtıma, babasının vefâtından duyduğu üzüntüyü şu mersiye ile dile getirdi: “Benim üzerime öyle musibetler döküldü ki, eğer onlar gündüzlerin üzerine dökülseydi gece olurdu.”
Peygamber efendimizin görünüşünün anlatılmasına İslâm terminolojisinde “Hilye-i Saâdet” denilmiştir. Peygamberimizin mübârek vücudunun dış görünüşü bütün incelikleriyle bu Hilye-i Saâdet yazılarında bildirilmiştir. Bunları okuyanlar, Peygamber efendimizin rûhen olduğu gibi bedenen de hiç eksiksiz ve kusursuz, insanların en güzeli ve her yönden en üstünü olduğunu anlarlar. İslâm dünyâsında bu konuda pekçok eser kaleme alınmıştır.
Peygamber efendimizi medheden on binlerce kitap, kasîde ve diğer eserler yazılmıştır. Bunları yazanlar içinde şöhretleri ve sanatları bütün dünyâyı ve asırları kaplamış olanları dahi, O’nu methetmekten âciz olduklarını beyan etmişlerdir.
Resûlullah efendimiz günümüzde de bütün dünyâ milletlerinin, ilim adamlarının, devlet, siyâset ve fikir adamlarının, ediplerin, târihçi ve askerî şahsiyetlerin alâkasını çekmekte, bunların herbiri O’nu biraz inceledikten sonra hayranlık ve şaşkınlıklarını, dile getirmektedirler. Müslüman olmayanlar, Habîb-i ekrem efendimizin sâdece idâreciliği, dehâsı, askerî, sosyal ve diğer taraflarını görmekte, yalnız bunlara bakarak O’nu tanımaya uğraşmaktadırlar. Gördükleri fevkalâde ve hiçbir insanda görülmemiş üstünlükler karşısında hayrete düşmekle berâber, O’na peygamber gözüyle bakmadıkları için, O’nu tanımaktan ve anlamaktan çok uzak kalmaktadırlar.
Müslümanlar da Peygamber efendimizin güzellik ve üstünlüklerini ilimleri, ihlâsları ve O’na olan muhabbetleri kadar kedeme kademe görmekte ve anlayabilmektediler. Bunlardan zâhir âlimleri O’nun zâhirî sıfatlarını, bâtın âlimleri de bâtınî güzelliklerini görebildikleri kadar anlatmışlardır. Ulemâ-i râsihîn denilen hem zâhir ve hem de bâtın bilgilerinde bilgin ve Peygamber efendimize vâris olan yüksek İslâm âlimleri ise O’nu bütün güzellikleriyle görmüş ve âşık olmuşlardır. Bunların ilk başında Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh gelmektedir. O, Resûlullah efendimizdeki peygamberlik nûrunu görmekte, O’nun üstünlük, güzellik ve yüksekliklerini anlayarak, O’na âşık olmakta öyle ileri gitmiştir ki, başka hiçbir kimse Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh gibi olamamıştır. Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh her an, her baktığı yerde Resûlullah’ı görürdü. Bir keresinde hâlini; “Yâ Resûlallah! Nereye baksam sizi görüyorum. Helâda bile, karşımdasınız, utanıyorum.” diye arzetmişti.
Bir keresinde de; “Bütün iyiliklerimi, sizin bir yanılmanıza değişirim.” demişti. Resûlullah efendimizin güzelliğini en iyi görüp anlayan ve anlatanlardan biri de zevcât-ı mutahheradan, müminlerin annesi hazret-i Âişe idi. Âişe radıyallahü anhâ âlime, müctehide, akıllı, zekî ve edibe idi. Gâyet beliğ ve fasih konuşurdu. Kur’ân-ı kerîm’in mânâlarını, helâl ve harâmları, Arap şiirlerini ve hesap ilmini çok iyi bilirdi.