23 Eylül , 2020admin
Kur’an-ı Kerim’de Nur Sûresinin 3. âyetinde meâlen şöyle buyurulur: “Zina eden erkek, zina eden veya müşrik bir kadından başkasıyla evlenemez. Zina eden kadını da, zina eden veya müşrik bir erkekten başkası nikâh altına alamaz. Böyle bir evlilik mü’minlere haram kılınmıştır.”
Bu âyet mü’minleri zina olayından sakındırdığı gibi, zinakârlıkla tanınmış olan tövbesiz kimselerle evlilik konusunu da düzenlemiştir. Hz. Ebû Bekir (ra) zamanında genç ve evli olmayan bir erkekle yine evli olmayan bir kadının zina yaptığı tesbit olunmuş; Hz. Ebû Bekir (ra) bunlara ceza olarak yüzer değnek vurulmasını emretmiş, sonra bunları birbirleriyle nikâhlamış; ardından da bu ikisini sürgüne göndererek toplumdan tecrit etmiştir.
İslâm Hukukunda zinakârlıkla tanınmış olan , bariz şekilde fuhuş yapan ve bu yolda meşhur olan kadınla da, erkekle de, bunların dürüst ve samimî olarak tövbe yaptıkları bilinmedikçe evlenmek caiz değildir. Doğru olmaz. Eğer samimî bir şekilde pişman oldukları ve tövbe yaptıkları anlaşılır ve bundan böyle kendilerini ıslâh edecekleri konusunda güven duyulursa böyle kimseler ile evlenmek ozaman mubah olur. [ Rami adak kurban ]
Evli çiftlerin nikâhı, çiftlerden birisinin ölmesi halinde düşer. Ve diğer eş, serbest kalır. Sağ kalan eşin evlenme hakkı saklıdır ve bâkîdir. Evlenip evlenmemesi kendi özel kararıdır, kendi inisiyatifindedir. Bu hukuka hiç kimse giremez, inisiyatifini ne şekilde kullanacağı kendisinden başka hiç kimseyi de ilgilendirmez. Evlenip evlenmeyeceğine dayalı önceden bağlayıcı yemin veremez. Vermişse kendi fıtratı ile çelişmiş olur ki, câiz değildir, yanlıştır. Daha sonra yeminine ters hareket etmek durumunda kaldığı zaman, yemininin kefâretini öder ve doğru olmak kaydıyla dilediği gibi davranır. Sonraki evliliği, eski eşi ile arasındaki sadâkatle ve Cennetteki berâberlikleri ile çelişmez. Çünkü meşrûdur.