19 Eylül , 2020admin
Vasiyetinde adağı bulunduğu halde vefat eden kimse için kurban kesilmesi gerekir ve kesilen kurbanın etinin hepsi fakirlere dağıtılır kesen kimseler tüketemez.
Vasiyet veya adak yoksa Şâfiî mezhebinde daha ağır basan görüş ölen kimse adına kurban kesilmesinin câiz olmadığı, Mâlikî mezhebinde ise mekruh olduğu yönündedir. Delil olarak da ibadetlerde esas olanın dinî bildirim olduğunu ve bu konuda Hz. Peygamber’den ﷺ bir açıklama gelmemiş olmasını alırlar.
Alimlerin çoğunluğu ise hem Resûlullah’ın ﷺ ümmeti için de kurban kestiğine dair rivayetlerden, hem geride kalanların yaptığı sâlih amellerin, özellikle de malî yönü bulunan sadaka ve hayrın sevabından ölen kişinin yararlanacağına dair dileklerden yola çıkarak ölen kimse adına kurban kesilebileceğini ileri sürerler.
Akîka kurbanı Hanefîler’e göre mubah (bazı rivayetlerde mendup), diğer üç mezhebe göre sünnet, Zâhirîler’e göre vâciptir. Adak kurbanı ile kırân ve temettu haccı yapanların şükür kurbanı, hac ve umrenin ceza olarak kesilen kurbanları da vâciptir. [ Küçükköy adak kurban ]
Bir kimsenin kurban kesmekle sorumlu sayılması için aranan şartlara kurbanın vücûb şartları denilir. Kurban kesmenin sünnet olduğunu söyleyenlere göre ise bunlar sünnet oluşun kurallarıdır. Bir kimsenin kurban kesmekle sorumlu olabilmesi için müslüman, akıl bâliğ (ergen), mukim ve zengin olması şartlarının hepsi birlikte kişide aranır.
Hanefîler’den Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf ile Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre kurbanla yükümlü sayılmak için akıl ve bulûğ şart olmayıp gerekli malî güce sahip olan küçük çocuklar ve akıl hastaları adına kanunî temsilcileri tarafından kurban kesilmesi dinî hükmü konusundaki görüş ayrılığına bağlı olarak gereklidir veya sünnettir. Bu fakihler, kurbanın malî bir ibadet oluşunu ve başta yoksullar ve durumunda olmayanlar olmak üzere üçüncü şahısların hakkının gözetilmesi konusunu ön planda tutmuşlardır. Hanefî fakihlerinden İmam Muhammed ve Züfer ile Şâfiîler’e göre kurban mükellefiyeti için akıl ve bulûğa ermiş olmak şarttır. Hanefî mezhebinde bu konuda fetva İmam Muhammed’in görüşüne göre verilmiş ve uygulamada bu görüş ağırlık kazanmıştır.